27 Ekim 2010 Çarşamba

Selinizm (18.03.10)

Kendimi biliyorum, kendimi en iyi “BEN” tanıyorum. Ben “BEN”i aslında çok seviyorum. Ne zaman sıkılsam kendimi en iyi ben oyalıyorum. Ne zaman üzülsem en çok ben avutuyorum. Ben aslında bana en iyi gelenim. Bu bir “SÜPEREGO” mu yoksa “NARSİZM” mi onu bilemem ama aynaya baktığımda gördüğüm yüzdür beni en iyi tanıyan. Neyi severim, neyi sevmem, neye kızarım, neye kızmam, neye üzülürüm, neyi takmam herşeyi benden iyi bilen bir ben daha yok!

Zaman zaman kendime kızarım hatta çatışırım, eleştiririm. Nerede hata yaptım diye düşünürüm.  Bunu en adil ben yapabilirim. Bir insan kendi kendini eleştirmede nasıl adil davranabilir demeyin! Evet ben yapabilirim çünkü  ben ve kendim baş başayım, kendimi eleştirirken bunu yalnızca ben duyarım  ve dolayısıyla da en açık ben olabilirim.

   Peki bunun günlük hayattaki uygulamaları nasıldır, kendimi tanımam, kendime açık olmam bana ne sağlar bunlardan bahsedeceğim biraz. Bugünkü “İletişim Teknikleri” dersimizde herkes kendi hayatına dair belli başlı şeyleri anlattı ve nerelerde yanlış nerelerde doğru davrandığımızı tespit etmeye başladık. Sonra konular sorunlara doğru kaydı ve bir grup terapisine dönüştü. Kendimle ilgili özeleştirilerde de bulundum. Sakinliğimi koruyamamam , ani çıkışlarım, zaman zaman yaptığım mantıksız davranışlarım…  Kısa  süre önce uygulamaya çalıştığım “5 dakika” kuralımdan da bahsettim. (Sinirin tavan yaptığında o an konuşmak yerine 5 dakika bekle ve sakinleşip sonra konuş) Bunun doğru bir davranış biçimi olduğunu ve bana yararlı olacağını söyledi hocamız. Mesela kendisi için bu 3 saat gibi bir süreymiş, sinirinin geçmesi ve mantık çerçevesinde düşünebilmesi için anca 3 saat gibi bi zaman geçmesi gerekiyormuş hatta bazen günler… Evet bu açıdan sevinmem gerekiyor sanırım,  en azından çok çabuk atlatabiliyorum.

    Bu konuşmadan sonra kendimle ilgili şu cümle uyandı birden beynimde. “Ben 1 dakika içinde içimdeki asi, hırçın, huysuz, agresif, kırıcı, yakıcı, yıkıcı “BEN”i dışarı çıkarıp, tabir yerindeyse bir canavara dönüşüp, 5 dakika sonra da masum, uysal, durgun, dingin ben haline dönüşebiliyorum. Eğer o canavarın çıktığı anlarda konuşursam karşımdakiyle doğru iletişim kuramıyorum ve çatışmalar işte orada başlıyor. Aslında bugün öğrendiğimiz üzere iletişim kurmak çok basitmiş. “Anlamak” ve “anlatmak” gibi iki temel kavrama dayanıyor. Sen anlatıyor, karşındaki de seni anlatıyorsa olay bitmiştir. Evet böyle diyince çok kolay değil mi? Bunu yapmak gerçekte o kadar kolay olmuyor maalesef. Aslında söylemek istediğimizi çok farklı anlattığımızda ya da karşıdaki yanlış anladığında işte asıl kıyamet orada kopuyor. Doğru ve sağlıklı iletişim kurmanın önemi de işte burada ortaya çıkıyor.

   İnsan çok kompleks bi varlık. Duyguları, düşünceleri, bir bakış açısı ve en önemlisi değiştirilemez bir kişiliği var. Hepimizin bir diğerimize göre olumlu ve olumsuz bir çok özelliği var. Sözün özü; herkes en iyi kendini tanıyabilir. O yüzden bir insan ancak kendi kendini değiştirebilir. Olumsuzları aza indirgeyip, olumluları ön plana çıkararak ya da benim yaptığım gibi stratejiler geliştirip öyle davranırsak sanırım daha mutlu bir hayat olur bizler için. Keşke biz de bilgisayarlar gibi dijital parçalardan oluşsak, mesela olumsuz huylarımızı söktürüp yerine iyi olanlardan taktırsak falan. Ama böyle mükemmel insanların olduğu bir dünyada da yaşanmaz bence… :D

Hiç yorum yok: